21 Aralık 2012 Cuma

★ Zaten hayatın yarısı düşlerden ibaretti. İşte bu yüzden bu kadar tatlıydı ya... Belki de hayatın bizim için bu kadar değerli olmasının sebebi, her şeyin yapılmasının mümkün olmayışında gizliydi... (Cengiz Aytmatov - Elveda Gülsarı'dan...) 

★ Eskiden dünya erkek ve kadından değil, erkek-erkek, erkek-kadın ve kadın-kadından oluşurmuş. Yani günümüzdeki, iki kişilik malzemeyle ortaya çıkıyormuş. Herkes bundan memnun bir halde yaşıyormuş. Fakat Tanrı kılıcını kaptığı gibi hepsini ikiye bölmüş. Muntazam bir şekilde tam ikiye. Bunun sonucunda dünyada yalnızca erkek ve kadın kalmış, insanlar da öteki yarılarını bulmak için arayış içinde yaşamlarını sürdürmeye başlamışlar... (Haruki Murakami - Umibe No Kafuka'dan...)

★ İnsanların büyük çoğunluğu gerçeklere inanmak yerine, gerçek olmasını arzuladıkları şeylere inanırlar. Bu insanlar gözlerini ne kadar açarlarsa açsınlar,aslında hiçbirşey görmezler. Böyle insanları düzenbazlıkla kandırmak da bebek avutmaktan farksızdır... (Haruki Murakami - 1Q84'den...)

★ Yoktan var edilemez düşüncesi, var olan yaşamda ölüm gerçekleştiğine göre neden olmasın. Her şey mümkün, tıpkı şu an tüm kavmi Müslim'in Çince konuşup "Ni Hav Ma?" diye birbirlerini selamlamaları gibi.Çin'de olsaydık bu olağandı ama değiliz. Dedim ya gerçeklik kırıldı artık. Ne Newton'un çekim yasası ne de mc² geçerli. Tepkimeye giren madde ile çıkan maddenin eşit olmak zorunluluğu da yok. Dünyamı teslim aldı ,aklımın almadığı bir dizi gariplik... (Sofya Kurban - Göç'ten...)

★ Oysa biz artık orta düzeydeki insanların çağında yaşıyoruz. Orta düzeydeki insan sıkıcı,renksiz ve aptal gibi görünür... Fakat ölümsüz tekdüzeliğine devam eder...Hiç bıkmaz.Amipler her zaman kaplanlardan çok yaşar. Çünkü durmadan bölünür, yenilenirler.O ölümsüz tekdüzelikleriyle... (Trevanian - Shibumi'den...)

★ O gece, sizden gizlediğim tarifsiz acılarla lime lime olmuş bedenimi, saatlerce soğuk suyun altında göz yaşlarımla yıkamak yetmeyince uyuşturmaya, o kapıdan içeri ölümün süzülüp girdiğinizi bilmediniz… Bana, “şaşırma, beni sen çağırdın”, dediğini… “Şimdi benim olursan yaraların iyileşir, diner acıların… Ancak bunun için bir şartım var: aşkını bu odada, bu bedende bırakıp öyle gelmelisin benimle… Ölürken yalnız kendini sevmelisin… Seçimini yap!” dediğini…
Asla çözemediğim kurallarıyla beni hep dışına sürükleyen hayata, yeniden tutunmaya çabaladığım tek yerin, size duyduğum bu derin aşk olduğunu bilmediniz hiç…
Kendimi değil, sizi seçtiğimi bilmediniz…
Sonra, ıslak, çırılçıplak bedenimi alıp çıktım oradan… Hayata girdim… Usulca sokulup yanınıza, bana sarılmanızı istedim… Ölüm o ısrarcı soğukluğu ile hemen arkamda duruyordu… korkuyordum… Çok korkuyordum… Size “n'olur sıkı tut ellerimi… Beni o soğuk rüzgarın kollarına bırakma sakın…” diye susarken, göz yaşlarım içime sızıyordu…
Bana “git” dediniz…
Sonra “gitme… kal…” dediniz…
Hiç farkında olmadan, bir tek sözünüzle ittiğiniz o uçurumdan, son anda yakaladığınız ellerimle çekip çıkardınız beni… O gece kollarınızda gözyaşlarına boğulmamın sebebini belki de hiç anlayamadınız… O “kal”ın benim için önemini hiç bilmediniz… (Cezmi Ersöz - Şizofren Aşka Mektup'tan...)

★ Yanardönerliğim, ardından saydamlığım, son olarak da yokluğum için bahane oluşturan, sözünü ettiğim o genç erkekler buharlaşıyor, uçup gidiyorlar. Onlardan geriye yalnızca benden geriye kalan şey kalıyor. Ben yalnızca, artık hiçbirşey olmayan, yalnızca benimle var olan bu kişilerle varım. Onlar beni aydınlatıyorlar, ama ben girişim bölgesiyim... (Jean Genet - Journal Du Voleur'den...)