7 Aralık 2012 Cuma


Takıntılar içinde, adım adım sayarsın, parke taşları gibi, geçen günleri. Beklersin bir şeyleri aslında neyi, neden beklediğini bilmeden, düşünmeden. Bunalırsın, sıkılmışsındır birçok şeyden. Kim bilir, belki de kendinden. Sorgulamaktır insanı sıkıntıya götüren.
Geçmişe takılı kalmanın faydası yoktur hiçbir zaman insana. Bilir aslında insan bunu fakat bu gerçeği bile bile göz ardı eder. Acı çekmekten zevk aldığından değil, yapısında vardır bu insanın.
***
Sigarasını bitirmiş, söndürmek için küllükte yer arıyordu. Koca bir gece boyunca bir dakika bile uyumamış, boşluğun sesiyle beraber ruhunu dinlemişti. Anılar öylesine boğmuştu ki onu, şimdiki zamanla kurmuyordu cümlelerini. Takılmıştı bir yerlerde, çözülemeyen bir şeyler vardı sanki. Akreple yelkovan her buluştuğunda babadan kalma o kocaman saat sessizliği bozuyor, o da bu esnada uyumayı aklından geçiriyordu. Fakat sesler kesilince beynine ambargo koyan sesler artarak başlıyordu. Sürekli bir sorgulama içindeydi. Hayatı, yaşadıklarının doğruluğunu ya da yanlışlığını, tanıdıklarını oturtuyordu zihnindeki o sorgu sandalyesine. O sandalyeye oturmayan tek şey kendisiydi belki de kendiyle ilgili olanlar arasında. Depresif ruh hali, sürekli başkalarını suçlamasıyla kat kat artıyor, gittikçe ağırlaşıp onun üstüne kapkara bir bulut gibi çöküyordu. Bu yüzdendi belki de hayatla olan bağını koparması, di’li geçmiş zamana takılı kalması.

Gün ağarmaya başlamıştı artık. Dışarıdan yavaş yavaş insan sesleri geliyordu. Bu seslere bile tahammülü yoktu. O esnada evinin balkonundan bir sesler geldiğini fark etti. İnce bir çığlık gibiydi bu ses. Önce kendi içinde yarattığı bir ses gibi düşündü bunu. Fakat sonra yığılmış vaziyette oturduğu koltuktan kalıp, balkona doğru evi adımlarcasına gitti. Evin her tarafı darmadağandı, zihninin tasavvuru gibi. Balkon kapısını açmadan önce perdeyi aralayarak baktı. Duyduğu ince çığlık gerçekten oradaydı. Bir yavru kedi…

Korkmuş gözlerle bakan yavru bir kedi duruyordu balkonda. Açtı. İyi biliyordu bu bakışları. Bir zamanlar hayvanları çok severdi. Bir kedisi vardı, her anını onunla paylaşan. Hemen perdeyi sıkı sıkı kapattı. Görmezden geldi o minik kediyi. O bile geçmişe götürmüştü onu. Bir başka sorgulamaya yöneltmişti. Ölmüştü kedisi. Hayatta her şeyini paylaşabildiği yegane canlılardan biriydi o. Her şeyi bir çıkmaz haline getirirken bunu es geçebilmesi mümkün değildi.
Göz kapakları iyice ağırlaştı. Bu kadar ağır yüke dayanamayıp bir boşluğa sürükledi onu beyni, belki biraz rahat eder diye.
***
Uzun bir karanlık sokakta yürüyordu. Bakışlarını bir sağa bir sola yöneltiyor, her tarafta kendinden bir parça görüyordu. Bu sokak onun hayatının özeti gibiydi. Sokağın sonu görünmüyordu. Hiçbir ışık yoktu sokakta. Zorlukla seçiyordu orada bulunanları. Yürüyordu sonunu göremediği sokakta. Düştü. Ayağına bir şey takıldığını hissetti. El yordamıyla yokladı yerleri. Bir çerçeve takıldı eline. Bir fotoğraf çerçevesiydi. İçinde bir fotoğraf olup olmadığını görmek istiyordu. Tam o anda kapkaranlık sokak dolunayla aydınlanmıştı. Evet evet, çerçevenin içinde bir fotoğraf vardı. Annesiyle babasının fotoğrafıydı bu. Ama bir farklılık vardı bu fotoğrafta. Annesiyle babası gülmüyorlardı. Bir şeye kızmış ya da küsmüş gibilerdi.
Çalan kapı zili sesiyle gözlerini zar zor açtı. Kafasını kaldırdığı anda bakışları tam karşısında vitrinde duran fotoğraf çerçevesine takıldı. Annesiyle babasının fotoğrafı duruyordu orada. Gülüyorlardı. Kim bilir kaç zamandır orada duran fotoğrafa bakmamıştı. Onları düşünüp mutlu olmak yerine sürekli karamsarlık içinde yaşamayı seçmişti, belki de seçmek zorunda kaldığını zannediyordu. Kapı çalıyordu bu arada. Fakat kulakları tıkanmıştı, çocukken gülüp koştuğu evlerinin arka bahçesindeki kuş seslerini duyuyordu. Birdenbire karanlığına döndü. Yerinden yavaşça kalkıp, ısrarla çalmakta olan kapıya doğru ilerledi.
***
Hemen herkesin başına gelebilecek olaylar gelmişti aslında onun başına da. Tek fark, hayat onu çok çabuk büyütmüştü ve yalnızlığa mahkum etmişti. O da bunu bir mahkumiyet olarak düşünüp, kurtulmak için mücadele etmemişti. Ne yaparsa yapsın böyle yaşamak zorunda olduğunu düşünüyordu. İnsanlarla ilişkisini tamamen kesmişti. Ekmek almak için evden çıktığı zamanlarda gün ışığı onu rahatsız eder olmuştu. Küsmüştü hayatla, ne hayat ona ne de o hayata barış için elini uzatmıyordu. Onu bu karanlıktan tek şeyin kabullenmek olduğunu bildiği halde yapamıyordu.
***
Kapıyı açtı, kimse yoktu. Tam kapıyı kapatıp içerideki karanlığına geri dönecekti ki eşikte duran aynayı fark etti. Almak için aynaya doğru eğildi. Gayri ihtiyari olarak aynada görünen yansımaya gözü takıldı. Bir yazıydı bu. Karşısındaki sokağın duvarında yazan bir yazının aksıydı. Kafasını kaldırıp hemen duvara baktı. “KABULLEN VE DEVAM ET.” Kimin, ne için yazdığı belli olmayan bir yazı, senelerdir oracıkta duruyordu. Onun hayata devam edebilmesi için gerekli olan tek şeydi bu. “KABULLENMEK.” Ama onun bunu kavrayabilmesi için bir şey olması gerekiyordu. Belki de bir aynanın ona gerçekleri göstermesi gerekiyordu. Aslında her zaman aklının gizli kalmış bir köşesindeydi o yazı. Açığa çıkmak için kolladığı an gelmişti belki de.

3 Aralık 2012 Pazartesi








Yalnızlık ...


Yalnızlık güzeldir, tadabilirsen saflığından.

Masumdur, günahsız, katıksızdır, sen neysen, yüreğin, dilin neyse odur.
...Tek başınadır, hiç kimsenin hükmünde değildir, bir başına hükümrandır.
Ne kimsenin seline kapılır, ne de her rüzgarın önüne katılır.
Yöneten ve yönlendiren aklındır, yani sensin.
İstersen kalabalıklara salar coşturursun, istersen gönül köşende oturtur, dinlendirirsin, çünkü ondan zarar görmezsin.

Yalnızlık kötüdür, ruhunu kaptırırsan.

Hibe edersin birilerine, yalnızlığın bir birliktelik doğurur.
O birlikteliğe varis olursun, bir ucu sende, diğeri başka yerde.
Aslında o birlikteliği var eden sensin ama yine de yek sahibi değilsin.
Sevinçlerin ortak, acıların ortak olacaktır.
Kendinden verdiğin paylara karşılık alamadığında yine yalnızlığın koynuna düşersin.
Kalbini derin bir girdaba bırakmış olursun kimi zaman, battıkça batarsın.
An olur nefes bile almakta zorlanırsın, an gelir gecenin karanlığına sığınırsın.
Kendinden bile gizleyeceğin gözyaşlarını yanaklarında dudaklarına aşağı bırakırsın.

Ve bazen öyle bir gün gelir ki, birlikteliğe verdiğin yalnızlığın bir Ayrılık doğurmuş olur.
İşte o ayrılığa pek de kolay katlanmazsın, yüreğini cebir fırınlarında pişirirsin.
Yalnızlığın Koskoca bir yara olur bedeninde boyuna eş, yağmur yağdıkça kan akarsın, güneş vurdukça kabuk bağlar, rüzgar değdikçe kin kusarsın.

Velhasıl, yalnızlığını Kalbine bedavaya satmayacaksın.
Hakimiyetini ve hükmünü bendinde bırakacaksın.
Yalnızlığını Ruhuna eş tutacaksın ki, ne ezilsin, ne de ezdirsin.