21 Aralık 2012 Cuma

★ Zaten hayatın yarısı düşlerden ibaretti. İşte bu yüzden bu kadar tatlıydı ya... Belki de hayatın bizim için bu kadar değerli olmasının sebebi, her şeyin yapılmasının mümkün olmayışında gizliydi... (Cengiz Aytmatov - Elveda Gülsarı'dan...) 

★ Eskiden dünya erkek ve kadından değil, erkek-erkek, erkek-kadın ve kadın-kadından oluşurmuş. Yani günümüzdeki, iki kişilik malzemeyle ortaya çıkıyormuş. Herkes bundan memnun bir halde yaşıyormuş. Fakat Tanrı kılıcını kaptığı gibi hepsini ikiye bölmüş. Muntazam bir şekilde tam ikiye. Bunun sonucunda dünyada yalnızca erkek ve kadın kalmış, insanlar da öteki yarılarını bulmak için arayış içinde yaşamlarını sürdürmeye başlamışlar... (Haruki Murakami - Umibe No Kafuka'dan...)

★ İnsanların büyük çoğunluğu gerçeklere inanmak yerine, gerçek olmasını arzuladıkları şeylere inanırlar. Bu insanlar gözlerini ne kadar açarlarsa açsınlar,aslında hiçbirşey görmezler. Böyle insanları düzenbazlıkla kandırmak da bebek avutmaktan farksızdır... (Haruki Murakami - 1Q84'den...)

★ Yoktan var edilemez düşüncesi, var olan yaşamda ölüm gerçekleştiğine göre neden olmasın. Her şey mümkün, tıpkı şu an tüm kavmi Müslim'in Çince konuşup "Ni Hav Ma?" diye birbirlerini selamlamaları gibi.Çin'de olsaydık bu olağandı ama değiliz. Dedim ya gerçeklik kırıldı artık. Ne Newton'un çekim yasası ne de mc² geçerli. Tepkimeye giren madde ile çıkan maddenin eşit olmak zorunluluğu da yok. Dünyamı teslim aldı ,aklımın almadığı bir dizi gariplik... (Sofya Kurban - Göç'ten...)

★ Oysa biz artık orta düzeydeki insanların çağında yaşıyoruz. Orta düzeydeki insan sıkıcı,renksiz ve aptal gibi görünür... Fakat ölümsüz tekdüzeliğine devam eder...Hiç bıkmaz.Amipler her zaman kaplanlardan çok yaşar. Çünkü durmadan bölünür, yenilenirler.O ölümsüz tekdüzelikleriyle... (Trevanian - Shibumi'den...)

★ O gece, sizden gizlediğim tarifsiz acılarla lime lime olmuş bedenimi, saatlerce soğuk suyun altında göz yaşlarımla yıkamak yetmeyince uyuşturmaya, o kapıdan içeri ölümün süzülüp girdiğinizi bilmediniz… Bana, “şaşırma, beni sen çağırdın”, dediğini… “Şimdi benim olursan yaraların iyileşir, diner acıların… Ancak bunun için bir şartım var: aşkını bu odada, bu bedende bırakıp öyle gelmelisin benimle… Ölürken yalnız kendini sevmelisin… Seçimini yap!” dediğini…
Asla çözemediğim kurallarıyla beni hep dışına sürükleyen hayata, yeniden tutunmaya çabaladığım tek yerin, size duyduğum bu derin aşk olduğunu bilmediniz hiç…
Kendimi değil, sizi seçtiğimi bilmediniz…
Sonra, ıslak, çırılçıplak bedenimi alıp çıktım oradan… Hayata girdim… Usulca sokulup yanınıza, bana sarılmanızı istedim… Ölüm o ısrarcı soğukluğu ile hemen arkamda duruyordu… korkuyordum… Çok korkuyordum… Size “n'olur sıkı tut ellerimi… Beni o soğuk rüzgarın kollarına bırakma sakın…” diye susarken, göz yaşlarım içime sızıyordu…
Bana “git” dediniz…
Sonra “gitme… kal…” dediniz…
Hiç farkında olmadan, bir tek sözünüzle ittiğiniz o uçurumdan, son anda yakaladığınız ellerimle çekip çıkardınız beni… O gece kollarınızda gözyaşlarına boğulmamın sebebini belki de hiç anlayamadınız… O “kal”ın benim için önemini hiç bilmediniz… (Cezmi Ersöz - Şizofren Aşka Mektup'tan...)

★ Yanardönerliğim, ardından saydamlığım, son olarak da yokluğum için bahane oluşturan, sözünü ettiğim o genç erkekler buharlaşıyor, uçup gidiyorlar. Onlardan geriye yalnızca benden geriye kalan şey kalıyor. Ben yalnızca, artık hiçbirşey olmayan, yalnızca benimle var olan bu kişilerle varım. Onlar beni aydınlatıyorlar, ama ben girişim bölgesiyim... (Jean Genet - Journal Du Voleur'den...)

9 Aralık 2012 Pazar






Kurtuluşumun provasını hiç yapmamışım meğer.
Ayakta durmak için tutunduğum dallar o kadar zayıfmış ki hangisine yönelsem kırılıveriyor yazık.
Ne kadar yanılgıdaymışım ve ne kadar da yalnız
mışım.
Göremedim... A...rdıma bakmak gelmiyor bugün içimden, yüzleşemiyorum kendimle yüzüm olmadığı için…
Susuyorum, unuttuğum ve erteleyip durduğum tövbelerime ihtiyacım var şimdi.
 Susuyorum. Utanıyorum!...

7 Aralık 2012 Cuma


Takıntılar içinde, adım adım sayarsın, parke taşları gibi, geçen günleri. Beklersin bir şeyleri aslında neyi, neden beklediğini bilmeden, düşünmeden. Bunalırsın, sıkılmışsındır birçok şeyden. Kim bilir, belki de kendinden. Sorgulamaktır insanı sıkıntıya götüren.
Geçmişe takılı kalmanın faydası yoktur hiçbir zaman insana. Bilir aslında insan bunu fakat bu gerçeği bile bile göz ardı eder. Acı çekmekten zevk aldığından değil, yapısında vardır bu insanın.
***
Sigarasını bitirmiş, söndürmek için küllükte yer arıyordu. Koca bir gece boyunca bir dakika bile uyumamış, boşluğun sesiyle beraber ruhunu dinlemişti. Anılar öylesine boğmuştu ki onu, şimdiki zamanla kurmuyordu cümlelerini. Takılmıştı bir yerlerde, çözülemeyen bir şeyler vardı sanki. Akreple yelkovan her buluştuğunda babadan kalma o kocaman saat sessizliği bozuyor, o da bu esnada uyumayı aklından geçiriyordu. Fakat sesler kesilince beynine ambargo koyan sesler artarak başlıyordu. Sürekli bir sorgulama içindeydi. Hayatı, yaşadıklarının doğruluğunu ya da yanlışlığını, tanıdıklarını oturtuyordu zihnindeki o sorgu sandalyesine. O sandalyeye oturmayan tek şey kendisiydi belki de kendiyle ilgili olanlar arasında. Depresif ruh hali, sürekli başkalarını suçlamasıyla kat kat artıyor, gittikçe ağırlaşıp onun üstüne kapkara bir bulut gibi çöküyordu. Bu yüzdendi belki de hayatla olan bağını koparması, di’li geçmiş zamana takılı kalması.

Gün ağarmaya başlamıştı artık. Dışarıdan yavaş yavaş insan sesleri geliyordu. Bu seslere bile tahammülü yoktu. O esnada evinin balkonundan bir sesler geldiğini fark etti. İnce bir çığlık gibiydi bu ses. Önce kendi içinde yarattığı bir ses gibi düşündü bunu. Fakat sonra yığılmış vaziyette oturduğu koltuktan kalıp, balkona doğru evi adımlarcasına gitti. Evin her tarafı darmadağandı, zihninin tasavvuru gibi. Balkon kapısını açmadan önce perdeyi aralayarak baktı. Duyduğu ince çığlık gerçekten oradaydı. Bir yavru kedi…

Korkmuş gözlerle bakan yavru bir kedi duruyordu balkonda. Açtı. İyi biliyordu bu bakışları. Bir zamanlar hayvanları çok severdi. Bir kedisi vardı, her anını onunla paylaşan. Hemen perdeyi sıkı sıkı kapattı. Görmezden geldi o minik kediyi. O bile geçmişe götürmüştü onu. Bir başka sorgulamaya yöneltmişti. Ölmüştü kedisi. Hayatta her şeyini paylaşabildiği yegane canlılardan biriydi o. Her şeyi bir çıkmaz haline getirirken bunu es geçebilmesi mümkün değildi.
Göz kapakları iyice ağırlaştı. Bu kadar ağır yüke dayanamayıp bir boşluğa sürükledi onu beyni, belki biraz rahat eder diye.
***
Uzun bir karanlık sokakta yürüyordu. Bakışlarını bir sağa bir sola yöneltiyor, her tarafta kendinden bir parça görüyordu. Bu sokak onun hayatının özeti gibiydi. Sokağın sonu görünmüyordu. Hiçbir ışık yoktu sokakta. Zorlukla seçiyordu orada bulunanları. Yürüyordu sonunu göremediği sokakta. Düştü. Ayağına bir şey takıldığını hissetti. El yordamıyla yokladı yerleri. Bir çerçeve takıldı eline. Bir fotoğraf çerçevesiydi. İçinde bir fotoğraf olup olmadığını görmek istiyordu. Tam o anda kapkaranlık sokak dolunayla aydınlanmıştı. Evet evet, çerçevenin içinde bir fotoğraf vardı. Annesiyle babasının fotoğrafıydı bu. Ama bir farklılık vardı bu fotoğrafta. Annesiyle babası gülmüyorlardı. Bir şeye kızmış ya da küsmüş gibilerdi.
Çalan kapı zili sesiyle gözlerini zar zor açtı. Kafasını kaldırdığı anda bakışları tam karşısında vitrinde duran fotoğraf çerçevesine takıldı. Annesiyle babasının fotoğrafı duruyordu orada. Gülüyorlardı. Kim bilir kaç zamandır orada duran fotoğrafa bakmamıştı. Onları düşünüp mutlu olmak yerine sürekli karamsarlık içinde yaşamayı seçmişti, belki de seçmek zorunda kaldığını zannediyordu. Kapı çalıyordu bu arada. Fakat kulakları tıkanmıştı, çocukken gülüp koştuğu evlerinin arka bahçesindeki kuş seslerini duyuyordu. Birdenbire karanlığına döndü. Yerinden yavaşça kalkıp, ısrarla çalmakta olan kapıya doğru ilerledi.
***
Hemen herkesin başına gelebilecek olaylar gelmişti aslında onun başına da. Tek fark, hayat onu çok çabuk büyütmüştü ve yalnızlığa mahkum etmişti. O da bunu bir mahkumiyet olarak düşünüp, kurtulmak için mücadele etmemişti. Ne yaparsa yapsın böyle yaşamak zorunda olduğunu düşünüyordu. İnsanlarla ilişkisini tamamen kesmişti. Ekmek almak için evden çıktığı zamanlarda gün ışığı onu rahatsız eder olmuştu. Küsmüştü hayatla, ne hayat ona ne de o hayata barış için elini uzatmıyordu. Onu bu karanlıktan tek şeyin kabullenmek olduğunu bildiği halde yapamıyordu.
***
Kapıyı açtı, kimse yoktu. Tam kapıyı kapatıp içerideki karanlığına geri dönecekti ki eşikte duran aynayı fark etti. Almak için aynaya doğru eğildi. Gayri ihtiyari olarak aynada görünen yansımaya gözü takıldı. Bir yazıydı bu. Karşısındaki sokağın duvarında yazan bir yazının aksıydı. Kafasını kaldırıp hemen duvara baktı. “KABULLEN VE DEVAM ET.” Kimin, ne için yazdığı belli olmayan bir yazı, senelerdir oracıkta duruyordu. Onun hayata devam edebilmesi için gerekli olan tek şeydi bu. “KABULLENMEK.” Ama onun bunu kavrayabilmesi için bir şey olması gerekiyordu. Belki de bir aynanın ona gerçekleri göstermesi gerekiyordu. Aslında her zaman aklının gizli kalmış bir köşesindeydi o yazı. Açığa çıkmak için kolladığı an gelmişti belki de.

3 Aralık 2012 Pazartesi








Yalnızlık ...


Yalnızlık güzeldir, tadabilirsen saflığından.

Masumdur, günahsız, katıksızdır, sen neysen, yüreğin, dilin neyse odur.
...Tek başınadır, hiç kimsenin hükmünde değildir, bir başına hükümrandır.
Ne kimsenin seline kapılır, ne de her rüzgarın önüne katılır.
Yöneten ve yönlendiren aklındır, yani sensin.
İstersen kalabalıklara salar coşturursun, istersen gönül köşende oturtur, dinlendirirsin, çünkü ondan zarar görmezsin.

Yalnızlık kötüdür, ruhunu kaptırırsan.

Hibe edersin birilerine, yalnızlığın bir birliktelik doğurur.
O birlikteliğe varis olursun, bir ucu sende, diğeri başka yerde.
Aslında o birlikteliği var eden sensin ama yine de yek sahibi değilsin.
Sevinçlerin ortak, acıların ortak olacaktır.
Kendinden verdiğin paylara karşılık alamadığında yine yalnızlığın koynuna düşersin.
Kalbini derin bir girdaba bırakmış olursun kimi zaman, battıkça batarsın.
An olur nefes bile almakta zorlanırsın, an gelir gecenin karanlığına sığınırsın.
Kendinden bile gizleyeceğin gözyaşlarını yanaklarında dudaklarına aşağı bırakırsın.

Ve bazen öyle bir gün gelir ki, birlikteliğe verdiğin yalnızlığın bir Ayrılık doğurmuş olur.
İşte o ayrılığa pek de kolay katlanmazsın, yüreğini cebir fırınlarında pişirirsin.
Yalnızlığın Koskoca bir yara olur bedeninde boyuna eş, yağmur yağdıkça kan akarsın, güneş vurdukça kabuk bağlar, rüzgar değdikçe kin kusarsın.

Velhasıl, yalnızlığını Kalbine bedavaya satmayacaksın.
Hakimiyetini ve hükmünü bendinde bırakacaksın.
Yalnızlığını Ruhuna eş tutacaksın ki, ne ezilsin, ne de ezdirsin.


24 Kasım 2012 Cumartesi

Canım Babam,

Canım Babam,


Yaşanan yıllar arttıkça ayrıntılar yerine yılların özetine bakıyor insan.

Soğuk ve karlı bir kış gününü seçmişim doğmak için, oysa bahardı annemin karnına düştüğümde… Biliyorum ansızın geldim ben ve sen çok mutlu olmuşsun geleceğimi öğrendiğinde.. Hele beni kucağına ilk aldığında anneciğim hep gözleri dolarak anlatır o anı, bana ilk bakışını, çok güzel diyebilmişsin sadece, çok çok güzel.. Daha güçlüyüm ben demişsin,  artık.. Aramızdaki bağ böyle başlamış işte.. Hep çok sevmişsin beni, çok şımartmışsın.. Annem hayranmış babalığına.. Erken yürümüşüm, erken konuşmuşum ve ilk “BA-BA” demişim, dünyalar senin olmuş.. Sen geldiğinde boynuna atlamak, kucağına oturmak, yerimi kimselere vermemek.. Beraber yürürken elini tutup gururla sağ sola bakmak, bu adam benim babam diyerek güvenle gülümsemek.. Hala gülümsüyorum hatırladıkça.. . . Ne çok oynardık seninle hatırlar mısın? 

Kimseyle paylaşamazdım seni, oyun arkadaşım, geceleri kucağında senin masallarınla uykuya dalmak, sabahları uyanıp masalın devamını anlat baba diye yanına sokulmak, kar yağınca kar topu oynamak, çarpışan arabalara binmek ve seni yüzerken hayranlıkla seyretmek gülümseyerek hatırladığım o yıllardan. Hiç kırmadın beni canım babam, bir dediğimi iki etmedin hiç.. Sevgini akıttın hep oluk oluk.. Var ol..

Sonra ilkokula başladım her çocuk gibi.. O yıllardan kalan fotoğraflarıma bakıyorum şimdi.. Okula başladığım gün, elini öperken… Annemin çektiği… Nasıl güzel bakıyorsun bana , nasıl gururla… Okumayı ilk ben sökmüştüm sınıfta… Zehir gibi demişti öğretmenim sana hatırlarmısın, sende benim oğlum demiştin gururla.. Hep öyle oldu, hep başarılarla dolu oldu öğrencilik hayatım.. Hiç üzmedim sizi...Sen hep gurur duy benimle diye… Bazen düşünüyorumda sana layık olmak mıydı benim bütün endişem bu hayatta. Senin oğlu olabilmenin savaşını mı verdim yıllarca.. Ne dersin?

Çocukluktan çıkıp ergenliğe doğru yol aldığım o uzun dönemde seninle belki de en zor yıllarımızı yaşadık. Senin de hatırladığın gibi buhranlı ve haddini aşan disiplin içeren, kavgalı dönemlerimiz oldu... Ne yaşarsak yaşayalım bu asla senin benim babam olduğu gerçeğini hiç değiştirmedi. Hep seni en çok sevdim.. Yüreğime en çok sen inandın, yaparım derse yapar dedin.. Sonsuz bir güvenle cesaret verdin, yüreklendirdin.. Bir gün “beni koruma" diye bağırdım sana, "ben kendimi korurum”… Ne kadar ahmakça bir laf değil mi? Senin gibi bir babaya hem de .. Yok baba ben ettiğim bütün büyük lafları geri alıyorum… Haklılığını gördüm.. Pişman oldum.. Defalarca af diledim senden sonra.. Sense hiç vurmadın hatalarımı yüzüme, "böyle büyüyeceksin", "böyle olgunlaşacaksın" dedin aksine..

Senden aldığım düşünme tarzı, yüreğinde barındırdığın insan sevgisi, etrafına duyduğun saygı, bir takım doğrulara sahip olma... Bunlar benim temelimi oluşturmuştu. Hamurum iyiydi ama onu artık ben yoğurmalıydım. Ben olmak istiyordum.. Bunları tartışarak da olsa bir olgunluğa eriştirdik seninle. Kurallarım oldu, yasakları sevmedim, değerlerim vardı tabuları bilmedim, keskindim boyun eğmedim. İnsanın en dik durmaya çabaladığı dönemleri aslında en kırılgan olduğu dönemleriymiş bunu ise çok sonraları anladım..

Derken üniversiteye başladım, o büyük ve görkemli binanın içine yine seninle  girdik. Sarıldın bana.. Öyle heyecanlıydın ki sıraya bile benimle girdin, evraklarım senin elindeydi.. Kıpır kıpır oldu için..Benimle benim kadar heyecanlanan bir sen vardın.. Artık yeni bir hayata başlıyordum.. Yaş onsekizdi.. Kendimi ve çevremi tanıma, yeni tecrübeler edinme yıllarıma gelmiştim. Kimlikler oluşuyordu, kolay değildi.. Ama bana kolay geliyordu, sevmek ve hayata atılmak için hazır hissediyordum kendimi. İlk iki yıl çabuk geçti... Artık daha az görüşüyorduk, daha az paylaşıyorduk… Ben oldum ve biliyorum diyordum…
 Aşık olmuştum, öyle sanıyordum…. Şimdi düşünüyorumda aslında ben hiç birşey bilmiyormuşum.. Yanlıştı çok yanlış yaptım.. Derken okul bitti.. Sen “hakim” olmamı istedin, seni dinlemedim.. Sınavı kazandığım halde sana kazanamadım dedim.. 

Sana ilk defa yalan söyledim.. Aslında kendime attığım en büyük kazıktı o, yıllar sonra anladım.. Bedelini ağır ödedim.. Affet baba, “nasılsa öyle yaşanır, olması gerekenler olur, bahanelere hiç gerek yok” derdin ya hep, tek tesellim bu oldu… Şimdi o yıllardan hatırımda kalan en güzel şey; ders çalıştığım o uzun gecelerde ışığı açık görüp kapımı tıklatman, ses gelmeyince içeri girip gelip beni öpmen ve üzerimi örterek ışığı kapatıp gitmendir. Biliyormusun baba aslında bekliyordum... Evet o sevgi dolu, ıslak öpücüğünle beni öpmeni görmek ve mis gibi kokunu içime çekmek için bekliyordum uyuyor numarası yaparak. Sense yine uyuyakalmışın diyordun sabah olunca bana "dikkat etmiyorsun".... Hayır baba hiç uyuyakalmadım ki ben.. Bilerek bekliyordum... Sadece “sana açık açık gel her akşam beni öp çocukluğumdaki gibi diyemiyordum, gel yat yanıma ben uykuya dalana kadar, güvenini hissedeyim, bana yine masallar anlat baba diyemiyordum.. Bak koca adam oldum ama hala senin kokunu özlüyorum, ben o yıllara hiç doyamadan geçip gittiler, büyümek ne zormuş babam” diyemiyordumm…

Çalışma hayatı başladı.... Kendi paramı kazanıyordum artık, büyümüştüm.. Derken başka bir hayat başladı benim için... Ya da ben öyle sandım..Çünkü olmuyordu, yapamıyordum... Birşeyler eksiliyordu içimde gün gün ya da ben fazla geliyordum... Herşey daha güzel olacak diye düşünürken kendi derinliğimde kayboluyordum.. Tüm iniş ve çıkışlarımız duygusal yapımızdan kaynaklanıyordu değil mi? Sen öyle derdin.. Ne olduysa bana hep iniyor, hiç çıkamıyordum.. Bir türlü denge de duramıyordum.. Büyümeyi beceremiyordum.. Senin bana verdiklerini sevmek istediğim adamda bulamıyordum.. Canım yanıyordu.. Belki o yüzdendir bilinmez gün geldi kırdım seni, gün geldi kızdım sana, gün geldi suçladım seni bazen aşırı iyi olmakla, bazen fazla insan olmakla.. Sense dinledin beni, hiç kızmadan.... Hiç vazgeçmedin beni sevmekten... Karşılıksız, katıksız, incitmeden, koruyup kollayarak, kendinden çok düşünürek, esirgemeyerek, vermekten hiç bıkmayarak, şikayet etmeyerek, ben onların mutluluğu için yaşıyorum diyerek... Dış dünya acımasızdı.... Kimse sen olamıyorsa suçlusu sen değildin elbette... Sen sadece babaydın... Harika bir baba... Seni tanıyıp "harika bir baban var" dediğinde arkadaşlarım içimi nasıl bir huzur kaplıyor bilemezsin.. Sen babanın oğlusun dediklerinde hissettiklerimi anlatmam imkansız... Annem bana göz kırparak sanırım oğlunu daha çok seviyorsun dediğinde hemen savunmaya geçişin..oğlum benim canım, ilk göz ağrım deyişin...

Nihayet bir gün geldi, hayatta tek amacım olan daha mutlu yaşamak uğruna ve bana verdiğin tüm değerlerin ışığında birleştirdiğim yollarımı ayırma kararı verdim. Duygularımla, gerçeğimin yollarının kesişmediğini fark ettim. Büyütme geçici dedin, hatalarıyla kabul et dedin, sen hatasız mısın dedin 
Ve sen bana o gün aslında hep yanımda olduğun ve olacağın mesajını verdin bir kez daha. En yalın şekliyle..
Eminim ki benim hayatımdaki en değerli ve en güvenilen insan olarak bundan sonraki yolumda da yanımda olacaksın. Varlığın güzel, yüreğime dokunan sözlerin gibi sevgi dolu ellerini yüzümde hissetmek güzel, yanımda olduğunu bilmek güzel...

İnanıyorum, biliyorum...

Yolumu ben çizeceğim, seni de her zaman o yolda benimle görmek isteyeceğim, istiyorum.

Senin sevgi dolu yüreğini, bitmeyen iyi niyetini, yalınlığını, sadeliğini, duruluğunu, insanlığını çok sevdim ben.

Bugün  yaşasaydın tam ... yaşında olacaktın, iyi ki doğdun canım babam, iyi ki doğdun yeşil gözlü devim, benim gönlü zengin, yüreği güzel babam, iyi ki benim babam oldun… Bunun için yüce yaratıcıya ne kadar şükretsem az. Bir gün gözlerimdeki yaşlarla sana “ baba ne olursam olayım, kim olursam olayım hayatta hiç bir mevki, hiç bir ünvan benim için senin oğlun olmaktan daha değerli değil biliyor musun” demiştim.. Ne güzel sarılmıştın bana o gün… Sımsıkı... Biliyordun hep bildin.. Bugün bağıra bağıra söylüyorum hayatta en övündüğüm şey senin oğlun olmaktı. O güzel yüzünü seyretmek huzurumdu... Senden geldim, sana geldim ve sana layık bir evlat olmaya çalışacağım senden aldıklarımla. tıpkı senin olduğun gibi..

Hayatımın her detayı için sana teşekkür ederim.

En büyük servetim dediğin çocukların olarak sana diyorum ki en büyük zenginliğimiz sensin.
iyiki doğdun pamuğum sen ölüneye dek her an hiç eksilmeden seveceğim.
Yine baş başayız seninle ikimizde susuyoruz. Sen sessiz sessiz kanıyorsun ben izliyorum, elimden gelmiyor hiç bir şey. Dilimden dökülecek her teselli boş biliyorum sen kanamaya devam edeceksin. İnsanlar çıkarlarını düşündüğü sürece değişmeyecek.

Dillerinde sahte bir dostluk sahte bir sevgi yüreklerde devriâlemdeler tükürülecek o kadar yüz varken sadece gülümsemek. Sanırım gülümsememi alamamışlar elimden bir o kalmış bana. Şimdi sancılı bir geleceğin bekleyişi güvendiğim dağları kar kaplarken yalnızlığa hibe edilmiş bir yarın. Akıllanmaz bu başımla daha nice ihanetler kanatacak yüreğimi yakacak ruhumu cehennem harlarında. Yüreğim kayıp, yerinde bir buz parçası yerleşmiş atamıyorum. Sev diyorum ama olmuyor işte sanki gizli bir güç beni uzak tutuyor sevgi denen duygudan. İnanç ile inançsızlığın arasında sıkışıp kalmış ruhum, çıkışı yok bu cendereden. Ne bir sevda var ufukta nede bir dostluk hepsini gömdüm bir yığın kitap altında. Hani adamı adam eder sandığımız o kitaplar altında...

Şimdi yapraklar dökülüyor hiç var olmayan duyguların üzerine, sahte sözler siliniyor hafızadan buğulu bir sünger ile yine bir bitişe sahne yaşları kurumuş gözlerim. Bu kez yanmayacak içim gidenlerin dönüşleri de olmayacak. Nasıl olsa alacaklarını aldılar geriye onlar için fosa kaldı. Dünya bu değil mi? İşi düşene bal şekersin işi bitene tü kaka.

Denesem mi? Acaba diyorum onlar gibi olmayı ama yok mayamda olmayanı ben yapamam ki. Çünkü bende camdan bir kalp var kırılmaya her zaman hazır. Dilerim bir daha kanamaz kırılmaz ...

18 Kasım 2012 Pazar

açık arttırma

  • * Önce ‘gülen yüzümü’ açık artırmaya çıkarıyorum. Biraz deforme olduğunu kabul ediyorum. Sayende çalışması gereken kaslar bu aralar ense yapıyor hep. Bu kasları düzeltebilecek kişiye uygun fiyatta verebilirim.
  • * Şimdide biraz arıza gösteren ‘beynimi’ göstermek istiyorum. Aslında çok hem sağ hem sol tarafı verimli çalışan zamanında olgunluk seviyesi üst durumda olduğu için pedagoglara inceletilmiş bir beyin. (hoş seninleyken çalışmıyordu) Şimdilerde tıbba meydan okuyarak IQ seviyesini sıfıra indirdiğin beynimi sunuyorum size.
  • * Sırada ‘gözlerim’ var. Hayatın anlamı olduğunu söylediğin gözlerim var. Hani sana büyük aşkla bakan gözlerim. Her zaman bir damla gözyaşıyla bekleyen gözlerim. Ve bakmaktan korktuğun anda uzaklara bakan gözlerim.
  • * Ve en nadide parçam. ‘kalbim’. Kusura bakmayın biraz kırık. Tamam kabul parça parça şuan. Ama yapıştırarak verim alabiliriz diye düşünüyorum. Şöyle yaşamış, görmüş, feleğin çemberinden geçmiş, hatıra kokan kalbim. Eski şeyler kıymetlidir.Bugünlerde kendisini ordan oraya atıyor , sürekli söyleniyor . Hak verirsiniz ki ben de yaşlandım başa çıkamıyorum. Artık vakti olana, kendisiyle ilgilenene vereceğiz. İlk bakıcısı vefasız ve ilgisiz çıktı, herhalde maymun iştahlıydı, çok yalvardı bize verin diye. Biz bakarız, şöyle severiz , böyle besleriz, aman biz bayıldık buna dedi...Ama demekle kaldı. 3 ay dayanabildi kendisi...yokk, 3 dedimse hergün de değil , 2 günde bir; " Ay biz tam şeedemedik, nasıldı bu yani, walla aslında biraz sizde biraz bizde kalsa " demeye başladı. Eh, ruh bu güzellerim, iki ev arasında hırpalanıyor tabii. Biz de temelli geri aldık, ilk aldığımızda pek kıymete bindi, hani kaçan ruh kıymetli olur hesabı. Acıdık , geri yolladık, iki gün sonra yine geri iade ettiler. Oyuncak oldu zavallım ellerinde. O yüzden güzellerim , bunun fiyatı diğerlerinden biraz daha tuzlu...

  • Şimdi , burdan vereceğiniz fiyatlarla bir kıyaslama yapacağız, Allah kıymetini bilene düşürsün bermuda şeytan üçgenini..Toptan hepsine talipseniz ortak müşterekte bir güzellik yaparız, maksat ayağınız alışsın :) yok biz tek tek alalım derseniz o zaman pazarlık ederiz...Alıcıları çok şimdi, Allah var...Ama maksat , hani iyi idare dene gitsin de heder olmasın çocuklar...

  • Evet, ne diyorsunuz son fiyatlar bunlar mı? O zaman SATIYORUM, SATIYORUMM SAAAAAAAAAATT..................